29 Aralık 2011 Perşembe

Ergonomi Nedir?


Ergonomi, iş yasası anlamına gelen Yunanca bir sözcüktür. Ergo (iş, çalışma), nomos  (yasa) anlamlarına gelen Yunanca sözcüklerin birleştirilmesiyle Ergonomi sözcüğü elde edilmiştir.
Ergonomi; isçinin ve içerisinde çalıştığı çevrenin ilişkisini inceleyen ve bu arada çıkan problemlere anatomik, fizyolojik ve psikolojik bilgiler ışığı altında çözüm arayan bir disiplindir. Ergonomi; insan, teknik ve cevre uyumunun temel kurallarını ortaya koyan çok disiplinli bir bilim dalıdır. Daha kapsamlı bir tanım ile ergonomi; insanların anatomik özelliklerini, antropometrik karakteristiklerini, fizyolojik kapasite ve toleranslarını göz önünde tutarak, endüstriyel is ortamındaki tüm faktörlerin etkisiyle oluşabilecek, organik ve psikososyal stresler karsısında, sistem verimliliği ve insan-makine-cevre uyumunun temel yasalarını ortaya koymaya çalışan, çok disiplinli bir araştırma ve geliştirme alanıdır.

Ergonominin amacı, çalışanla işi arasında iyi bir uyum sağlayarak, insanın çalışırken aşırı zorlanmalar yüzünden yıpranmasını önlemek, öte yandan bu uyum sayesinde is başarımını artırmaktır. Ergonomi, çalışanla işi arasındaki istenen uyumu gerçekleştirebilmek için, öncelikle insanın yeteneklerini en iyi kullanabileceği bir işe yerleştirmeyi amaçlar. En uygun yerleşimi sağlayabilmek için de insanı tüm boyutlarıyla inceler.

Ergonomi insanın özelliklerini, yeteneklerini, yeteneklerini geliştirme gücünü ve bu gücün sınırlarını inceleyerek, insandan istenebilecek görevlerin çerçevesini belirler. Bundan sonra çalışanla işi arasında iyi bir uyum sağlar, insanın çalışırken aşırı zorlanmalar yüzünden yıpranmasını önler ve bu uyum sayesinde iş başarımını yükseltir.

Ergonomi, iş sistemi içinde insanı incelerken, daha yüksek iş başarımına ulaşmayla, çalışan kişiden istenen zorlanma arasında bir denge kurmayı amaçlar. Zorlanma aşırı artırılmadan, iş başarımının yükseleceği ilk kez ergonomik araştırmalarla kanıtlanmıştır.

Günümüzde, ergonomik çalışmalarla, ulaşılmak istenen nokta, çalışma ortamını, insana gelebilecek bir takım tehlikelerden ve kazalardan arındırmanın ötesinde, bu çalışma ortamını, insanın hoşuna gidecek ve onu mutlu edecek bir ortama dönüştürmektir.

·         “İnsanca çalışma ortamı” olarak tanımlayabileceğimiz böyle bir ortamda;

  • ·         Araç ve gereçler, insan özelliklerine ve yeteneklerine göre tasarlanır.
  • ·         Çalışma yöntemleri ve çevre koşulları insana uygun duruma getirilir.
  • ·         Yapılan işin anlamlı, ilginç ve yararlı olarak algılanması sağlanır.
  • ·         Çalışanlara yeteneklerini kullanma ve kendilerini kanıtlama olanağı verilir.
  • ·         Çalışanların kendilerini bir değer olarak görmeleri sağlanır.

Böylece iş sisteminin insan üzerinde oluşturduğu fizyolojik zorlanma ve psikolojik zorlanma en aza indirilmeye çalışılır. Ergonomik uygulamaların basarıyla yerine getirilmesiyle birlikte iş süresi kısalır; yorgunluk, is stresi, kazalar, işe devamsızlık, iş gücü kayıpları, malzemenin bozulması, malzemenin israfı azalır; kalite, üretkenlik, verimlilik ve kâr yükselir.

Ergonominin konusu iş ve insan ilişkileri ve bu ilişkileri etkileyen çevresel faktörlerdir. İnsan özellikleri, insan-makine ilişkisi, çalışma koşulları, çevresel koşullar bir bütün olarak ergonominin çalışma sahasına girer. Başka bir ifadeyle masanızın yüksekliği, sandalyenizin rahatlığı, çalıştığınız yerin havasının nemi, gürültü düzeyi, dinlenme araları, çalışma tezgahının konumu, gösterge düzeni, gösterge-kontrol ilişkisinin uygunluğu, çalışma alanının boyutu, renklerin kullanımı, aydınlatmanın yeterliliği vb. konular ergonominin çalışma konularıdır. Ergonominin uğraş alanları aşağıdaki şekilde belirtilebilir:

İnsan özellikleri ve kapasite sınırları: Duyusal özellikler, fiziksel özellikler, ussal özellikler, duyusal, fiziksel, ussal kapasite sınırları.
Çalışma koşulları: Duruş ve hareketler, yorgunluk, gerilim, monotonluk, iş güvenliği, kazalar, motivasyon, vardiya çalışması, çalışma süreleri, otorite, yetki, sorumluluk, grup davranışı, ücret yapısı.

İnsan makine ilişkisi: Gösterge-kontrol düzeni, boyut sorunları, mekanik sorunlar.

Çevresel koşullar: Aydınlatma, gürültü, titreşim, sıcaklık, nem, hava akımı, toksik maddeler, buharlar, gazlar, radyasyon, düzen ve temizlik, renk ve manzara.

19 Aralık 2011 Pazartesi

Faaliyet Tabanlı Maliyetleme


1980’li yıllardan itibaren hacim bazlı geleneksel maliyet sistemlerinin genel üretim giderlerinin yansıtılmasında doğru sonuçlar vermediği fikri ortaya atılmıştır. Bunun en temel sebebi üretim maliyetleri içerisinde artık işgücü yoğunluğunun azalmasıdır. İşgücü maliyetlerinin yoğunluğunun azalmasının sebepleri sabit yatırım giderlerinin artması ve hem otomasyonun artmasıyla hem de toplam kalite gibi yaklaşımların sonucu endirekt faaliyetlerin artmasıdır. Ayrıca bu yeni durum maliyet kalemleri içinde genel yönetim giderlerinin payının yükselmesine de sebep olmaktadır. Geleneksel maliyetle sistemlerinin hacim bazlı yaklaşımı bu yeni durumda endirekt maliyetlerin ürünlere doğru şekilde yansıtılmasını engellemektedir. İlk olarak ABD’de Kaplan ve Cooper tarafından faaliyet tabanlı maliyet sistemi (Activity Based Costing) sistemi ortaya atılmıştır.

Faaliyet tabanlı maliyet sistemi, ürünlerin işletmelerin kaynaklarını faaliyetler bazında tükettiği, dolayısıyla genel üretim giderlerinin faaliyetler bazında sınıflandırılması gerektiği düşüncesi ile hareket eden, ürün ile genel üretim giderleri arasında sadece üretim hacmine bağlı olmaksızın çeşitli seviyelerde doğrusal ilişki kuran bir maliyet ve yönetim anlayışı olarak tanımlanabilir.

Faaliyet tabanlı maliyet sisteminin geleneksel maliyet sisteminden ayrılan yönü şu şekilde açıklanabilir: Faaliyet tabanlı maliyet sistemi, geleneksel maliyet sisteminden hacme bağlı olmayan genel üretim giderlerine bakışıyla ayrılır. Birçok önemli genel üretim gideri hacimden göreli olarak bağımsız faaliyetlerdir. Örneğin satın alma faaliyeti verilen satın alma siparişlerinin sayısıyla ilgilidir. Burada kaynakları tüketen üretim hacmi değil, bu aktivitelerin hacmidir. Faaliyet tabanlı maliyet sistemi bu tür aktiviteleri hem üretim maliyetlerini belirlemede hem de süreç kontrolde kullanır.

Faaliyet tabanlı maliyet sistemi; faaliyetlerin, ürünlerin ve müşterilerin maliyet ve performanslarını ölçüm yöntemi olarak da tarif edilebilir. Ürün maliyeti belirleme uygulamalarında Faaliyet tabanlı maliyet sistemi, üretim, pazarlama, satış, dağıtım ve satış sonrası hizmetlerle tüketilen kaynakların ve faaliyetler sonucu ortaya çıkan ürünlere bu maliyetlerin yüklenmesini sağlar. Faaliyet tabanlı maliyet sistemi, başlangıçta bir maliyet hesaplama yöntemi olarak ortaya çıkmış olsa da bu sistem yönetsel bilgi sağlamada etkilidir. Yönetim önemli maliyetlerin nerede ortaya çıktığını ve bunların nedenlerini görme imkanı bulur. Firmalar muhasebe sistemlerini Faaliyet tabanlı maliyet sistemine göre yeniden düzenlemek zorunda değildirler. Bunun yerine firmalar rekabetçiliklerinin gelişmesine katkıda bulunacak ve katma değer yaratan faaliyetler üzerine odaklanabilirler. İkinci bir maliyet sistemi olarak faaliyet tabanlı maliyet sisteminin uygulanması ile fiyatlandırma, pazarlama, ürün dizaynı ve ürün karışımının belirlenmesi bu sistemden sağlanan bilgilerle daha etkin biçimde gerçekleştirilebilir.

Faaliyet tabanlı maliyet sisteminin iki temel kavramı faaliyetler ve maliyet sürücüleridir. Faaliyetler, işletmeninin amaçlarını gerçekleştirmek amacıyla işletme içerisindeki özelleştirilmiş gruplar tarafından tekrarlı şekilde yerine getirilen görevlerdir. Bir faaliyet işletmenin ne yaptığını tanımlar. Ürün imalatı açısından faaliyet, ürünlerin üretilmesini direkt ya da endirekt biçimde destekleyen işlerdir. Söz konusu faaliyetleri birim faaliyetleri, parti faaliyetleri, ürün seviyesi faaliyetleri ve ürün olmayan seviye faaliyetleri şeklinde sınıflandırmak mümkündür. Birim faaliyetleri, üretilen her bir ürün birimi ile bağlantılı olan faaliyetlerdir. Örneğin, yerleştirme, test etme ve gözlemleme faaliyetleri elektronik sektöründe birim faaliyetleridir.Parti faaliyetleri, üretilen her bir parti ile ilgili ortaya çıkan faaliyetlerdir. Bu faaliyetlere örnek olarak parça siparişi, malzeme taşıma ve üretim hazırlıkları verilebilir.Ürün seviyesi faaliyetleri, mühendislik değişimlerinin yapılması, ürün ağaçlarının değiştirilmesi…vb faaliyetler birim veya parti seviyesinden daha üst seviyede gerçekleştirilen faaliyetlerdir. Ürün olmayan seviye faaliyetleri, tesisler, müşteriler, işletme,…vb seviyeyi ilgilendiren maliyet nesneleri ile ilgilidir. 

Maliyet sürücüsü ise, ortaya çıktığında maliyet yaratan faktör olarak tanımlanabilir. Fabrikalardaki faaliyetlere ait maliyetlerin büyük çoğunluğunun tüm ürünler tarafından paylaşılması gereklidir. Maliyet sürücülerinin belirlenmesinde her bir faaliyet yalnızca bir maliyet sürücüsüne sahip olmalıdır.

Faaliyet tabanlı maliyet sistemine aşağıdaki durumlarda daha fazla ihtiyaç duyulur :
Endirekt giderlerin toplam giderler içinde yüksek paya sahip olması durumunda: Direkt giderler ürünlere doğrudan aktarılabilen giderler olduklarından bu endirekt giderlerinin payının yüksek olduğu durumlarda faaliyet tabanlı maliyet sistemi daha doğru sonuçlar verecektir.
Endirekt giderlerin birim bazında oluşmaması durumunda: Endirekt giderler üretim hacmi ile direkt bağlantılı olmadığından bu giderlerin genellikle parti bazında oluşmasından dolayı FTM bu giderlerin ürünlere yüklenmesinde daha doğru sonuç verecektir.
Çeşitliğin çok olması durumunda: Ürettikleri standart ürünler yanında siparişe bağlı ve daha az miktarda üretilen ürünlerin olduğu, ürün portföyünün sıklıkla değiştiği işletmelerde faaliyet tabanlı maliyet sistemi daha doğru sonuçlar verecektir.

kalite, performans, verimlilik, maliyet muhasebesi, faaliyet tabanlı maliyetleme, faaliyet bazlı maliyetleme, aktivite bazlı maliyetleme, activity based costing, endüstri mühendisliği

12 Aralık 2011 Pazartesi

Bilgi Yönetimi


Veri işleme ve ağ teknolojilerinde meydana gelen gelişmeler internet aracılığıyla istenen yerde ve istenen zamanda veri ve enformasyona ulaşabilmeyi sağlamaktadır. Pazara daha kısa sürede ulaşma, daha fazla esneklik ve daha düşük maliyetle daha yüksek kalite elde etme yönündeki talepler bilgi yönetimi konusunda yeni tartışmaların açılmasına da katkıda bulunmuştur.

Bilgi Nedir?

Bilgi yönetimi literatüründe yazarlar tarafından en sık bahsedilen kavramlar veri (data), enformasyon (information) ve bilgi (knowledge) dir. Bazı yazarlar buna akılı da eklemektedir. Bu sınıflandırma düzgün biçimde anlaşılmadığında ve kullanılmadığında kategoriler arası doğruluk tartışmasına yol açabilir. Bir kavramdan diğerine geçiş kesin sınırlar şeklinde de ayrılmamıştır. Bir hiyerarşinin yerine veriden başlayarak enformasyon ve bilgiye doğru süreğen bir geçişten bahsetmek bilgi yönetimi açısından en pratik düzenleme olacaktır.

Veri, bir firmanın her yerinde bulunabilecek olan tek başına gerçekleri ifade eder. Bu gerçekler elektronik olarak işlenebilir ve yüksek düzeylerde verinin bulunması teknolojik olanaklar sayesinde sorun olmaktan çıkmıştır. Bununla birlikte, bu süreç düzgün, değerli ve objektif kararların alınmasında etkili olmaz. Veri tek başına anlamsızdır. Veri ilgili ve bir hedefi karşıladığında enformasyona dönüşür. İlgili enformasyon çok sayıda veriden çıkarılarak elde edilir.

Bu durumda hangi bilgili ve mantıklı olduğu subjektif bir sorundur. Enformasyonu alan kişi bunun gerçekten bir enformasyon mu yoksa gereksiz bir şey mi olduğuna kendi karar verir. Veriye anlam vermek ve böylece enformasyona dönüştürmek için verinin özetlenmesi, uygun bir bağlama yerleştirilmesi hesaplanması, kategorize edilmesi ve düzeltilmesi gerekir. Bir firmada veri paylaşıldığında verinin anlamına katkıda bulunan kişiler tarafından bu verinin değeri yükseltilir.

Verinin zıddı olarak bilgi doğru ve yanlış arasında herhangi bir yerde bir değere sahip olabilir. Bilgi, belli bir varsayım, önyargı ya da inanışa dayanabilir. Bilgi yönetimi bu tür belirsizliklerle baş edebilecek durumda olmalıdır.
Bilgi, basit olarak yargılanmaya açık enformasyondur. Akıllı karar vermede, tahminde, tasarımda, planlamada, teşhis etmede, analizde, değerlendirmede ve sezgisel yargı oluşturmada bilgi anahtar kaynaktır. Bilgi oluşturulur, kişisel ve kollektif düşüncenin arasında paylaşılır. Bilgi veritabanlarından ortaya çıkmaz fakat deneyim, başarı, hata ve zaman içindeki öğrenmelerle gelişir.

Bütün bu kavramlar dikkate alındığında bilginin enformasyon ve kişisel deneyim arasındaki etkileşimin bir sonucu olduğu anlaşılmaktadır. Veri ve bilgi için sorulan sorular kim, ne, nerede ve ne zaman iken bilgi için sorulan sorular nasıl ve niçin şeklindedir.

Bilgi Yönetiminin Ana Süreçleri

Farklı bilgi yönetimi yaklaşımları ve ampirik çalışmalar incelendiğinde organizasyonel, motivasyonel ve teknik yönlerden desteklenen bütünleşik ana süreçlerin tasarımı ortaya çıkmaktadır. Bu ana süreçlere ilişkin faaliyetler bilgi hedeflerinin tanımlanması, bilginin tanımlanması, bilginin oluşturulması, bilginin depolanması, bilginin yayılması ve bilginin uygulanmasıdır.

Süreçler ve bilgi yönetimi arasındaki yakın ilişkinin kritik başarı faktörleriyle vurgulandığı bir çalışma Avrupa’da faaliyet gösteren firmalarda gerçekleştirilmiştir. Buna göre firmaların %24’ü bilgi yönetimindeki başarının yapı ve süreçlerdeki tasarımla yakından ilgili olduğunu belirtmiştir. Bilgi yönetimi üretim ve hizmet sektöründe faaliyet gösteren firmalar tarafından bir kurum kültürünün bir parçası olarak algılanmakta ve iş yönelimli bir yöntem olduğu düşünülmektedir.

Ayrıca firmalar bilgi yönetimi uygulamalarında spesifik süreçlere yönelmişlerdir. Her iki firmadan biri bilgi yönetimi uygulamalarına AR-GE alanında başlamakta, her beş firmadan ikisi pazarı ve müşterileri anlama alanında başlamakta, her üç firmadan biri ürünlerin/servislerin üretim ve dağıtımı alanında başlamaktadır. Enformasyonun yönetimi tüm sıralamada dördüncü ve hizmet sektörüne ait sıralamada ikinci sırada yer almaktadır. Firmalar temel rekabet stratejilerini de bu süreçler üzerine kurmuşlardır. Bilgi yönetimi temel rekabet stratejilerini de bu süreçlerle tanımlamaktadırlar.

 Şekil 1. Firmaların bilgi yönetimine başladıkları ve temel rekabet stratejilerini konumlandırdıkları alanlar

Bilgi Yönetiminin Tasarım Alanları

Bilgi yönetimi ile iş süreçleri, enformasyon sistemleri, liderlik, kurum kültürü, insan kaynakları yönetimi ve kontrol gibi organizasyonel tasarım alanları arasında bir ilişki bulunmaktadır.
·         İş süreçleri, bilgi yönetiminin ana süreçlerine (bilgi oluşturma, bilginin depolanması, bilginin dağıtılması ve bilginin uygulanması) ait uygulama alanlarını içerir. İç ve dış müşterilerin beklentilerinin karşılanabilmesi için var olan bilginin uygulanması ve yeni bilginin üretilmesi gereklidir. Ana faaliyetler çalışan ve değer yaratan iş süreçleriyle kalıcı biçimde aynı eksene oturtulmalıdır. Bilgi yönetimi faaliyetleri var olan süreç dokümantasyonu programları (ISO gibi) ile ilişkilendirilmeli ve iş süreçlerinin yeniden tasarlanması çalışmalarına entegre edilmelidir.
·         Bilgi teknolojileri bilgi yönetiminde temel yönlendirici faktördür. Bunun sebebi internet/intranet teknolojilerinde meydana gelen gelişmelerdir. Bilgi teknolojileri bilginin depolanması ve dağıtılmasında altyapı desteği sağlar. Veri ambarları ve veri madenciliği yaklaşımları firmalara kitlesel veritabanlarını analiz etmelerine ve yeni bilgi oluşturmalarına katkıda bulunmaktadır.
·         Bilgi yönetimi stratejilerinin başarısı büyük oranda üst ve orta düzey yöneticilerin desteğine bağlıdır. Diğer bir ifadeyle liderlik kritik bir başarı faktörüdür. Her yönetici birimler arası bilgi alışverişini desteklemelidir. Gerekli olan liderlik tarzının sağlanabilmesi için gerekirse bu yönde eğitim ve değişim programlarına başvurulmalıdır.
·         Eğer bilgi yönetimi teşhisi sonucunda mevcut kurum kültürünün bilgi yönetimiyle bütünleşemeyeceği ortaya çıkmışsa daha geniş değişim yönetimi önlemlerinin uygulanması gerekebilir. Daha sonra öğrenmenin maliyeti olarak da ele alınabilecek olan gerekli olan kurum kültürü öğeleri; açıklık, karşılıklı güven ve hatalara karşı toleranstır.
·         Personel yönetimi spesifik bilgi yönetimi yeteneklerinin geliştirilmesi için kullanılmalıdır. Bu yetenekler araştırılan konunun geliştirilmesi ve uygulanması ile bundan yapıya uygun bilginin ortaya çıkarılmasıdır. Çalışanların bilgileri dokümante etme ve paylaşma yönünde motive edilmeleri de gereklidir. Kariyer planları çalışanların bilgi edinimlerine göre yeniden düzenlenmelidir. Performans değerlendirmeleri de çalışanların bilgi üretimi, paylaşımı ve transferine katkıları göz önüne alınarak yapılmalıdır.
·         Her yönetim programı etkinliğini kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle, uygun kontrol göstergelerini içeren kontrol teknikleri kullanılmalıdır. Bu göstergeler hedef yönelimli bilgi üretimi ve uygulamasını desteklemelidir.

Yapılan araştırma çalışmaları bilgi yönetiminden beklenen kazanımları ve gelişmeleri onaylamıştır. Çalışmaya katılan firmaların %70’i bilgi yönetimi sayesinde önemli gelişmeler elde etmiştir. Bu firmaların yaklaşık yarısı zaman ve paradan tasarruf sağlamış ya da verimlilik artışları elde etmişlerdir. Firmaların %20’si süreçlerini geliştirmiş, yapılarını ve süreçlerini açık hale getirmiş, müşteri memnuniyetlerini artırmışlar ya da bilgi yönetimi aracılığıyla karar ve tahminlerde kolaylık elde etmişlerdir.

Bu çalışmada, hizmet ve üretim sektöründeki firmalardan elde edilen cevaplar arasında farklılıklar bulunmaktadır. Hizmet firmalarının %28’i, üretim firmalarının ise %16’sı bilgi yönetimi sayesinde müşteri memnuniyetinde artış sağlamıştır. Üretim firmalarının %23’ü, hizmet firmalarının ise %15’i bilgi yönetimi sayesinde kalitede iyileşme sağlamıştır. Hizmet firmalarının %26’sı ve üretim firmalarının %14’ü bilgi yönetimi sayesinde yapılarında ve süreçlerinde açıklık elde etmişlerdir.

Şekil 2. Bilgi yönetimiyle elde edilen kazançlar

İş Süreçleri ve Bilgi Yönetimi Tasarımında Kullanılan Yaklaşımlar
           
Değişim mühendisliği (business process management-BPR) olarak bilinen yöntem 90’lı yıllarda yöneticilerin odağı haline gelmeye başladı. BPR için birçok yöntem geliştirildi. İsviçre’deki St. Gallen Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen çalışmada iş süreçlerinin yeniden tasarlanması için kullanılan yöntemlerin birbirinden farklı türde çok sayıda metodun bulunduğu ve süreçler için standartlaşmış bir tasarım teorisinin halen ortaya konamadığı görülmüştür.

Bilgi yönetimine ilişkin yaklaşımların neredeyse tamamı organizasyonun sonuçlarını geliştirmeyi amaçlamaktadır. Bu sonuçları ürün ve hizmetlerin kullanıcılara ulaştırılmasıyla elde edilmektedir. Bu ise iş süreçleri adı verilen süreçlerin oluşturulmasıyla gerçekleştirilmektedir. Bilgi genellikle bu süreçlerde kullanılan kaynaklar olarak algılanırlar. Aşağıdaki yaklaşımlar bilginin analizini ve tasarımını iş süreçleri içinde desteklemeyi amaçlamaktadır:
·         Genel KADS metodolojisi - Common KDS methodology (Schreiber et al. 2000)
·         İş bilgi yönetimi yaklaşımı - The business knowledge management approach (Bach et al. 1999)
·         Bilgi değer zinciri yaklaşımı - The knowledge value chain approach (Weggemann 1998)
·         Blok kurma yaklaşımı - The building block approach (Probst et al. 1998)
·         Model tabanlı bilgi yönetimi yaklaşımı - The model-based knowledge-management approach (Allweyer 1998)
·         Bilgi yönetimi için referans model - The reference model for knowledge management (Warnecke et al. 1998).

Bu yöntemler bilgi tabanlı sistem geliştirme yaklaşımından ve intranet geliştirme ve BPR için enformasyon sistemleri tasarımı yaklaşımına kadar değişen çeşitli yaklaşımları kapsamaktadır. Yaklaşımlar orijinlerine bağlı olarak kendi özel alanlarında başarılı olmaktadırlar. Fakat bilgi yönetiminin analizi ve tasarımı için hala ayrıntılı kriterlere sahip bir yaklaşım bulunmamaktadır.

Gelecek Trendler

Bilgi yönetimi, üst düzey yöneticiler, yazılım şirketlerinin pazarlama departmanları ve danışmanlar tarafından kullanılan moda bir sözcük haline gelmiştir. Yine de karar vericilerin bu konudaki farkındalıkları artmaktadır. Bilgi, özel firmaların rekabetçi avantaj elde edebilmeleri için gereken faktörlerden biri ya da temel faktör olarak görülmektedir. Tekrarlı işlerin azaltılmasıyla firmalar maliyetlerini düşürebilmektedirler. Ayrıca çalışanlar da sürekli öğrenme yoluyla tecrübelerini artırmakta ve yeni problemler çözerek iş tatminlerini artırmaktadırlar.

Süreç mühendisliği aracılığıyla firmalar çabalarını değer yaratmayan faaliyetlerin eliminasyonu yoluyla rekabet güçlerini artırmaya odaklamışlardır. Gelecekte firmalar iş süreçlerine bilgi işleme sürecini de dahil edeceklerdir.

Gelecekte temel teknolojiler standart ve artan şekilde entegre hale gelecektir. Bu durum bilgi yönetiminin günlük süreçlere entegrasyonunu ve kişilerin bu konudaki sorumluluklarını gerektirecektir. Böylece bilgi yönetimi daha az tartışılan ve özümsenen bir konu haline gelecektir.

Bilginin paylaşımı gelişmeye devam etmektedir ve meta-bilgi artan şekilde önemli hale gelmeye başlayacaktır. Meta-bilgi bilginin tanımlanmasına ve anlamının belirlenmesine yardımcı olur. Bu tür bir tanımlama bilginin küresel paylaşımı için zorunlu hale gelecektir. Bu durum internet pazarlarındaki artıştan anlaşılmaktadır. İnternet pazarları ürünlerin ve böylece bilginin küresel olarak kabulünü gerektirmektedir.

Enformasyon teknolojileri endüstrisinde yönelim küçük ve yenilikçi firmalara doğrudur. Pazar lideri standart ürünlerine yeni teknolojileri entegre ederek ürünlerini geliştirebilir.

Bilgi yönetimindeki bir diğer trend ise bilgi yönetiminin firmalar içinde değil firmalar arasında gerçekleşmesidir. İnternet, küçük firmaların diğer firmalarla bilgi paylaşımından yararlanabilmelerini sağlayacaktır. Devam eden teknolojik gelişmelere rağmen gelecekte de insanlar belirleyici güç olarak kalmaya devam edeceklerdir.



4 Aralık 2011 Pazar

Simülasyon İşletmelere Ne Getirir?


Günümüz rekabet şartları, firmaların düşük maliyet, hız, kalite, güvenilirlik ve esneklik şeklinde sıralayabileceğimiz performans amaçlarını doğru biçimde yerine getirmelerini gerektirmektedir. Temel girdi, teknoloji ve işgücü bakımından hemen hemen benzer kaynaklara sahip olan firmaların rakipleri arasından sıyrılabilmeleri için kendi sistemlerine özgü yenilikçi çözümler üretebilmeleri gerekmektedir. Bunu gerçekleştirebilmek için de mevcut sistemin davranışının biliniyor olması gereklidir. Diğer bir deyişle, firma içinde birbirinden bağımsız gibi görünen, aslında bir bütün olarak çalışan tüm bileşenlerin arasında var olan ilişkiyi, sistemin hangi parametrelere daha çok duyarlı olduğunu, sistem girdilerinde yapılabilecek olası değişikliklere nasıl bir sonuç elde edilebileceğini önceden tahmin ederek bilmek çok yararlı olacaktır. Bu amaçla kullanılan araçlardan biri de simülasyondur. Simülasyon, gerçek sistem üzerinde denemeler yapmaya gerek kalmadan yapılacak alternatif değişikliklerin sonuçlarını görmeyi sağlayabilen ve bilişim teknolojilerindeki gelişmeler sayesinde kullanıcı dostu yazılımlarla gerçekleştirilebilen bir tekniktir.

En kısa ve basit tanımıyla simülasyon, gerçek bir sistemin davranışını taklit etme sanatıdır.  Simülasyonun bir başka tanımını şöyle yapabiliriz: simülasyon gerçek sistem üzerinde yapılacak değişikliklerin etkilerini önceden görmek veya yeni kurulacak bir sistemin verimliliğini tahmin etmek için kullanılan bir analiz ve tasarım aracıdır. Simülasyonun literatürde bu ve buna benzer birçok tanımı vardır. Simülasyonun, endüstriyel, ekonomi, hizmet sistemleri gibi birçok alandaki başarılı uygulamaları günümüzde bu tekniğin en çok kullanılan teknikler arasına girmesine yol açmıştır. Bilgisayar ve bilişim teknolojilerindeki hızlı gelişmelere bağlı olarak simülasyon, sistemlerin problemlerini çözmedeki gücünü artırmakta ve böylece kullanımı daha da yaygınlaşmaktadır.   

Simülasyon; karmaşık sistemlerde değerlendirme, karşılaştırma, tahmin, duyarlılık analizi ve optimizasyom gibi amaçlarla kullanılır. Simülasyonun yaygın olarak kullanıldığı alanlar; üretim/imalat sistemleri (fabrika tasarımı ve yerleşimi, yeni makinelerin alım kararı, çizelgeleme ve kontrol), iletişim sistemleri (şebeke tasarımı, kullanıcı/sunucu sistemi tasarımı), finansal planlama (sermaye yatırımı kararları, satın alma veya yapma kararları, nakit akış yönetimi politikaları), malzeme taşıma sistemleri (üretim hatlarında konveyör veya otomatik yönlendirmeli araçlar kullanma kararı, otomatik yönlendirmeli araçların kapasitesi ve sayısını belirleme, forkliftlere rota belirleme), depolama ve dağıtım sistemleri (depo yerseçimi, kapasite belirleme ve yerleşimi, sipariş toplama sırasını belirleme),  ulaştırma ve lojistik sistemleri (havayolları için aktarma yerleri belirleme, uçak sayısı ve kapasitesini belirleme, uçak çizelgeleme ve rotalama) sağlık sistemleri (bir coğrafi alandaki hastane ve kliniklerin sayısını belirleme, hastanedeki personel sayısını belirleme), kamusal hizmet yerleri (işgücü planlama ve çizelgeleme), askeri sistemler (savunma sistemlerinin tasarımı ve uygulanması, uçak bakım planlama), bilgisayar sistemleri (e-ticaret sistemleri tasarımı ve yönetimi, yerel alan ağları tasarımı ve protokol seçimi, hafıza kuyruğundaki işlere dinamik öncelik atama), proje planlama ve kontrol (yeni ürün portföyü yönetimi, projelere kaynak atama) olarak sıralanabilir.

Yukarıda bahsedilen kullanım alanları ve bu alanlara ait örneklerde mevcut fiziksel sistem üzerinde işleyişi durdurup tasarlanan alternatif modelleri deneme şansımız yoktur. Bunun yerine sistemi temsil eden simülasyon modelini kurmak ve denemeleri bu model üzerinde yapmak tercih edilen daha ekonomik bir yoldur.

Simülasyon tekniği öncelikle sistemin mantıksal modelinin kurulmasını gerektirir. Mantıksal model sistemin davranışını ve çalışma mantığını temsil eder. Sistemle ilgili yapısal ve niceliksel varsayımları içerir. Bu mantıksal model bilgisayar ortamında çalıştırılabilecek kodlanmış modele dönüştürülür. Dönüşüm genel amaçlı bir programlama diliyle yapılabileceği gibi bir simülasyon dili kullanılarak da yapılabilir. Bu modeller arcılığıyla sistemle ilgili çeşitli girdi kombinasyonları için sisteme ilişkin çıktılar (sonuçlar) hızlı ve ucuz bir biçimde elde edilebilir.

Yaklaşık yarım asırdır bilgisayar teknolojisindeki hızlı gelişime paralel olarak simülasyon dilleri sahip olduğu özellikler bakımından sürekli gelişmektedir. Bu gelişime bağlı olarak simülasyon kullanımı da hem akademi hem de sanayi ortamında hızla artmaktadır.

1950’lerin sonu ve 1960’larda genellikle büyük firmalar tarafından kullanılan ve büyük sermaye yatırımları gerektiren bu metot günümüzde istenilen oranda olmasa da küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin bile kullanabildiği bir araç haline gelmiştir. Bunda bilgisayar teknolojisindeki gelişme ve dolayısıyla ucuzluğun çok önemli payı vardır. Bunun yanısıra özellikle büyük şirket yöneticileri simülasyon tekniğinin yararını anlamış ve kullanmaya başlamıştır. Simülasyon bu süre boyunca akademik alanda özellikle endüstri mühendisliği ve yöneylem araştırması bölümlerinde ders olarak öğretilmiş ve araştırmalarda güçlü bir araç olarak kullanılmıştır. Simülasyonun 1990’lı yıllarda başlayan kullanım artışındaki hız firmalarda simülasyon tekniğini bilen ve kullanma yeteneğini geliştirmiş endüstri mühendislerinin artışıyla doğru orantılıdır. Simülasyon dillerindeki animasyon özelliği, kullanım kolaylığı, gelişmiş bilgisayarlar, genel amaçlı dillerle simülasyon dillerinin interaktif kullanımı, simülasyon dillerinin girdi ve çıktı analizi yeteneklerine sahip olması, simülasyon eniyilemesinin simülasyon dilleri içinde sunulan hazır modüller yardımıyla daha kolay uygulanması, özel tanımlı sistemler için simülatörlerin geliştirilmesi simülasyon kullanımını üretim ve hizmet sektöründe artıran önemli etkenlerdir.

Son 10 yılda simülasyon yazılımlarına optimizasyon, animasyon, girdi analizi, ergonomik analiz, robotik simülasyon, yerleşim analizi gibi diğer analitik araçların entegre edildiğini görebiliriz. Önümüzdeki yıllarda bu tür entegrasyonların devam edeceği düşünülmektedir. Simülasyon yazılımlarının artan yetenekleri ve kullanımlarının daha da kolaylaşması yalnızca daha sık kullanılmalarını değil daha yaygın biçimde kullanılmalarını sağlamaktadır. Birkaç yıl öncesine kadar simülasyon çalışmaları simülasyona özel yazılımları kullanan uzmanlar tarafından gerçekleştirilmekteydi. Bu nedenle bu çalışmaların çok özel durumlarda yapılması tercih edilmekteydi ve işin bu bilgisayarlara götürülmesi gerekmekteydi. Fakat artık kişisel bilgisayarlar sayesinde simülasyon yazılımları iş neredeyse oraya taşınabilmektedir. Simülasyon analizleri bu yolda ilerlemeye devam edecektir. Artan bir biçimde simülasyon çalışmaları sermaye gideri teklifleri, öngörülen talep karışımları, operasyonel politikalarda değişiklik veya çizelgeleme metotlarına alternatif yaklaşımlar gibi durumlar için oluşturulacaktır. Simülasyonun organizasyonlardaki yaygınlığı arttıkça simülasyon model kurucuları simülasyon sonuçlarının son kullanıcıları olacaklardır. Bunun yanında özellikle karmaşık ve büyük modeller için internet tabanlı simülasyon uygulamaları oluşturulacaktır. Bilgisayar kaynaklarını çok fazla kullanan bu tür modeller için internet uygun bir ortam olacaktır. Simülasyondaki bir diğer önemli trend ise simülasyon modellerin artık bir firma için değil tüm tedarik zinciri için kullanılacak olmasıdır. Bir tedarik zinciri herhangi bir zincirde olduğu gibi en zayıf halkası kadar güçlüdür. Simülasyonun artan kullanım kolaylığı nedeniyle ilgilendiği alan tek bir firmanın ötesine geçen modellerin sayısı artacaktır. Son olarak, simülasyon kullanımının yoğun olarak tercih edildiği büyük ve karmaşık sistemlerin modellenmesindeki yüksek düzeyde bilgisayar kaynağı talebi yazılım ve donanımdaki gelişmeler doğrultusunda paralel ve dağıtık simülasyonun kullanımı sayesinde karşılanabilecektir.

Hizmet Sektöründe Verimlilik

Verimlilik, mümkün olan en az girdiyle en fazla çıktının elde edilebilme çabasını ifade eder. Verimlilik kavramının tarihsel gelişimine baktığımızda üretim odaklı bir kavram olarak ortaya çıktığını görmekteyiz. Fakat zamanla ekonomilerin yapısı değişmiş, üretimin sektörünün payı hizmet sektörüne göre gerilerde kalmıştır. Bu durum ekonomilerin gelişmişliğiyle doğru orantılı bir durumdur. Ülkemizde ise hizmet sektörünün gelişimi gelişmiş ekonomilerdeki şekilde olmamış, bu ekonomilerin etkisiyle gelişim göstermiştir.

Hizmet sektörü nedir diye bir soru sorduğumuzda alacağımız yanıtları şu şekilde sıralamak mümkündür. Hizmet sektörü; satışa sunulan faaliyetler, fayda veya tatminlerdir. Başka bir tanıma göre hizmet sektörü; ekonomide, elle tutulur maddi ürünler dışında her türlü yararlı çalışma ve etkinliğin üretildiği sektördür şeklindedir. Verilen tanımlamalar incelendiğinde karşımıza hizmet sektörüne ilişkin şu temel özelliklerin varlığını görüyoruz:

·         Soyutluk: Sahip olunan ürünlerden daha çok deneyimler.
·         Üretim ve tüketimin ayrıştırılamazlığı: Hizmetler eş zamanlı üretilir ve tüketilirler.
·         Heterojenlik:Hizmetin kalitesi hizmet verenler, müşteriler ve zaman bakımından farklılık.
·         Dayanıksızlık: Hizmetler nesnelerden çok deneyimler olduğundan saklanamazlar.

Hizmet sektöründeki hizmet türlerinin müşteriyle etkileşim yoğunluğu ve verilen hizmet türlerinin değişkenlik sayısı bakımından sınıflandırılması mümkündür. Müşteri bütünleşik hizmetler (kitlesel hizmetler), müşteriye etkileşim yoğunluğu yüksek fakat hizmet türü bakımından değişkenlik sayısı düşük olan hizmet türleridir. Bunlara örnek olarak self servis veya çağrı merkezlerini verebiliriz. Bilgi tabanlı hizmetler (profesyonel hizmetler), hem müşteriye etkileşim yoğunluğu yüksek hem de hizmet türü bakımından değişkenlik sayısı yüksek olan hizmet türleridir. Bunlara örnek olarak danışmanlık hizmetlerini veya pazar araştırmalarını verebiliriz. Temel hizmetler (hizmet fabrikası), hem müşteriye etkileşim yoğunluğu düşük hem de hizmet türü bakımından değişkenlik sayısı düşük olan hizmet türleridir. Bunlara örnek olarak otomatik araba yıkama veya araç muayenesini örnek verebiliriz. Son olarak değişken hizmetler (hizmet atölyesi), müşteriye etkileşim yoğunluğu düşük fakat hizmet türü bakımından değişkenlik sayısı yüksek olan hizmet türleridir. Bunlara örnek olarak sigorta veya bilgi teknolojileri dış kaynak kullanımını örnek verebiliriz.  


Şekil 1. Hizmet türlerinin etkileşim yoğunluğu ve değişkenlik sayısına göre sınıflandırılması

Hizmet sektöründe verimlilik dediğimiz zaman üretim sektöründeki miktar odaklı verimlilik tanımının ve anlayışının yetersiz kaldığı görülür. Bu nedenle hizmet sektöründe verimlilik dediğimizde şu noktalar öne çıkmaktadır:

·       Kalite ve miktarda daha iyi sonuçlar elde etme,
·    Yalnızca harcamaları azaltmaya odaklanmama,
·       Yerine getirilen faaliyetlerin değil, hizmet alanlar için başarılan sonuçların önemli olması,
·        Hizmet sektöründe verimliliği ölçmedeki en önemli faktörün miktar değil kalitenin olmasıdır.




Şekil 2. Hizmet verimliliğinin boyutları

Hizmet verimliliğinin miktar yönüne baktığımızda üretim sektöründe olduğu gibi malzeme, işgücü ve sermayenin girdileri oluşturmaktadır. Hizmet sektörü personel yoğunluklu olduğundan çalışan sayısını azaltmak amacıyla teknolojiye (ATM’lerin kullanımı, satış personeli yerine internet üzerinden satış yapılması) yapılan yatırımların yüksek miktarlarda olduğu görülmektedir. Hizmet açısından çıktıya baktığımızda, sunulan hizmet bir veya birkaç standart bileşenden oluşuyorsa  çıktı miktarını ölçmek kolay olmaktadır. Sunulan hizmet müşteriye özgü niteliklere sahipse bu durumda çıktı miktarını tanımlamak zor hale gelmektedir. Bunun yanında müşterinin bakış açısından çıktının hacminin algılanması zor olmaktadır. Çünkü müşteri tek bir hizmet (saç kestirme veya tur paketi) almaktadır. Bu nedenle müşteri miktar yerine hizmet kalitesine önem verme eğilimine girmektedir. 

Hizmet verimliliğinin kalite boyutunda ise miktar boyutunda olduğu gibi çıktı ve girdiler açısından bir inceleme yapmak gerekir. Hizmet kalitesinde çıktı müşterinin asıl ödeme yaptığı şeydir ve genellikle soyuttur bu yüzden de sayısallaştırmak güçtür. Hizmet kalitesi müşteri tarafından algılanan kalite olarak tanımlanır ve müşterinin bireysel değerlendirilmesinin içerir. Bu nedenle verilen hizmetin alan kişiler tarafından algılanışı farklıdır ve beklenen ile deneyimlenen kalite arasında fark vardır. Hizmet alınırken bulunulan fiziksel çevre (bina, ofislerin iç tasarımı) hizmetten alınan tatmini etkiler. Bunun yanında hizmet veren kişilerin nasıl giyindikleri, davrandıkları ve hizmet sundukları da çok önemlidir.

Girdi boyutuna bakıldığında ise hizmet sektörünün personel yoğunluklu olmasından dolayı verilen hizmet personelin performansına büyük ölçüde bağlıdır. Bu nedenle personel kalitesi önemli bir rol oynamaktadır. Personelin kalitesini artırmak amacıyla motivasyon, eğitim, kariyer planlama,..vb. çalışmalar gerçekleştirilebilmektedir. Bir diğer önemli girdi ise hizmet kültürüdür. Hizmet sunum sürecine müşterilerin dahil edilmesi algılanan hizmet kültürünün oluşmasını sağlar. Bunun yanında yaratılan imaj da verilen hizmet üzerinde subjektif bir algının yaratılmasında etkili olur.

Hizmet sektöründe verimlilik artışları büyük oranda gelişen teknolji ve otomasyona bağlıdır. Müşteriler bir kişiyle etkileşimde bulunmak yerine bir makine ya da bilgisayar aracılığıyla işlem yapmaktadır. Hizmet sektöründe bu tür teknolojilerin kullanılma sebepleri; maliyet azaltma, hizmetlerde standartlaşmanın sağlanabilmesi, hizmet sürekliliğinin artırılması ve personel ve hizmet alanlar arasındaki ilişkinin olumlu yönde etkilenmesinin sağlanmasıdır.


verimlilik, hizmet sektörü, hizmet sektöründe verimlilik

2 Aralık 2011 Cuma

Kalite Çalışmalarında Endüstri Mühendisliği


Kalite, gereksinimlere uygunluk olarak tanımlanabilir. Diğer bir ifadeyle, kalite bir hizmetin veya ürünün bir gereksinimi karşılayabilme yeteneğiyle ilgili vasıf ve kendine has özelliklerinin toplamıdır.

Kalitenin 8 boyutu şunlardır:

1.    Performans: Üründe bulunan birincil özellikler.
2.    Diğer unsurlar: Ürünün çekiciliğini sağlayan ikincil karakteristikler.
3.    Uygunluk: Spesifikasyon, standart ve belgelere uygunluk.
4.    Güvenilirlik: Ürünün kullanım ömrü içerisindeki performans özelliklerinin sürekliliği.
5.    Dayanıklılık: Ürünün kullanılabilirlik özelliği.
6.    Hizmet görürlük: Ürüne ilişkin sorun ve şikayetlerin kolay çözülebilirliği.
7.    Estetik: Ürünün albenisi ve duyulara seslenebilme yeterliliği.
8.    İtibar: Ürünün ya da diğer üretim kalemlerinin geçmiş performansı.

Endüstri mühendislerinin kalite üzerine çalışmaları daha çok süreçlerin kalitesini artırmaya yöneliktir. Yani bir sürecin sonraki sürecin istediği uygunlukta sonuçları üretmesiyle ilgilidir. Bir kerede doğru şekilde yerine getirilen süreçler veya faaliyetlerle ilgilenir.

Kapasitesi sabit tutulan bir üretim sürecinde, kalitedeki ve üretim miktarındaki değişim arasında 8 tür ilişki tanımlanabilir:

1.    Üretim miktarı artarken kalitenin artması,
2.    Üretim miktarı artarken kalitenin aynı kalması,
3.    Üretim miktarı aynı kalırken kalitenin artması,
4.    Üretim miktarı artarken kalitenin düşmesi,
5.    Üretim miktarı azalırken kalitenin artması,
6.    Üretim miktarı aynı kalırken kalitenin düşmesi,
7.    Üretim miktarı azalırken kalitenin aynı kalması,
8.    Üretim miktarı azalırken kalitenin düşmesi.

1., 2. ve 3. durumda verimliliğin arttığı; 6., 7. ve 8. durumda verimliliğin azaldığı açıktır. Fakat 4. ve 5. durumda verimliliğin artıp artmadığı açık değildir.

Aşağıdaki örnekte ise kalite artışıyla nasıl verimlilik artışının sağlanabildiği görülecektir:

Dinamik fabrikada saatte %20’si kusurlu olmak üzere 100 adet ürün üretilmektedir. Üst yönetim, sürekli olarak kaliteyi iyileştirerek verimlilik artışı sağlayabilecek konular üzerinde çalışmaktadır. Üst yönetime göre, %20 kusur oranının anlamı, toplam maliyetin %20’sinin iyi olmayan ürünlere ayrılmasıdır. Dinamik fabrikanın yöneticileri süreci iyileştirebilirlerse kusurlu ürün üretiminde kullanılan kaynaklar ek iyi ürünlerin imalinde kullanılabilecektir. Yöneticiler ek bir maliyete gerek olmaksızın süreci iyileştirerek kusurlu oranını %10 düzeyine indirebilirler. Böylelikle verimlilikte artış sağlanmış olacaktır (Çizelge 1.4). Sonuç olarak verimlilikte artış sağlamanın ön koşulu kalite ve/veya süreç iyileştirme çalışmaları yapılmasıdır [Bozkurt, 2003].

Endüstri mühendisliği literatüründe kalite üzerine birçok teknik bulunmaktadır. İstatistiksel proses kontrol, toplam kalite yaklaşımı, kalite fonksiyon yayılımı, hata türleri etki analizi, altı sigma, poke-yoke gibi teknikler kalite artırmada endüstri mühendislerinin yararlandığı tekniklerdir. Bunlardan kalite fonksiyonu yayılımı spesifik olarak ürün kalitesiyle ilgilenir. Bu yöntemlerden hiç biri bir diğerinin muadili diye düşünülmemelidir. Her biri kullanılacağı yere göre değerlendirilmeli ve çalışmalarda bu tekniklerin doğru sentezlerinden yararlanılmalıdır.

 kalite, verimlilik, endüstri mühendisliği

1 Aralık 2011 Perşembe

Verimlilik Nedir?


Genel bir tanımlamayla verimlilik, çeşitli mal ve hizmetlerin üretimindeki kaynakların –emek, sermaye, arazi, malzeme, enerji, bilgi- etkin kullanımıdır . İçinde bulunduğumuz teknolojik patlama çağında ne büyüklükte olurlarsa olsunlar işletmeler üç büyük problemle karşı karşıya kalmaktadırlar. Birincisi, kaynakların sınırlı miktarda olmasıdır. Sermaye, malzeme, enerji ve işgücü genellikle kıt kaynaklardır. İkincisi, rekabetçi ortam geçerli piyasa fiyatına karşılık veya daha düşük fiyata daha iyi kalitede mal ve hizmet üretimini talep etmektedir. Üçüncü olarak, kabul edilebilir kar düzeyinde ayakta kalabilmek mevcut pazar payının korunmasını ya da mümkün olduğunca artırılmasını gerektirmektedir. Sektör ortalamasına kıyasla daha yüksek verimlilik düzeyine sahip olan firmalar daha yüksek kar marjlarına sahip olurlar. Ayrıca verimlilik düzeyi rakiplerine göre daha hızlı artan firmaların kar marjları yükselecektir. Diğer yandan ortalamanın altında verimlilik artışı ve verimlilik düzeyine sahip olan firmalar sonunda iflasa sürüklenecektir.

Jurison ve Gray (1995), yaptıkları çalışmalarda firma düzeyindeki verimlilik artışının firmaların rekabetçi avantajlarının kaynağı olduğunu belirtmişlerdir. Singh vd. (2000), verimliliğin ekonomik üretim aktivitelerini yöneten temel değişkenlerden birisi belki de en önemlisi olduğunu belirtmişlerdir. Aynı çalışmada, verimliliğin üretim sürecinde etkili olanlar tarafından sıklıkla kalitenin gerisinde bırakılarak göz ardı edildiği sonucuna varılmıştır. Bu duruma ilişkin bir örnek de Heap (1992) tarafından verilmektedir. Yazar,  yöneticilerde yönetim gurusu anlayışından kaynaklanan tüm problemleri çözecek tek bir gerçek çözüm arama eğilimi bulunduğunu belirtmiştir. Bu tür yöneticiler en son çıkan teknikleri okumakta ve işletmelerinin dönüşüme uğrayacağını ummaktadırlar. Bu nedenle çalışanlar sürekli değişen gelişim programlarıyla karşılaşmaktadırlar.

B
ir ülkenin ulusal refahı açısından verimliliğin önemi şöyle özetlenebilir: Verimlilik artınca milli gelir ya da gayri safi milli hasıla girdi faktörlerine ilişkin maliyetlerden daha hızlı artar. Bu nedenle, verimlilik kazançlarının tüm kesimlere katkıları oranında dağıtılması durumunda verimlilik artışı yaşam standardında doğrudan artış sağlar. Günümüzde verimliliğin gerçek ekonomik kalkınmanın, sosyal ilerlemenin ve hayat standardı artışının dünyadaki tek kaynağı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Verimlilikteki değişimlerin ekonomik kalkınma, yaşam standardı, ödemeler dengesi, enflasyon ve hatta dinlencelerin süre ve kalitesi gibi pek çok ekonomik ve sosyal olayı büyük ölçüde etkilediği kabul edilmektedir. Bu değişimler ücret düzeylerini, maliyet/fiyat ilişkisini, sermaye yatırım ihtiyacını ve istihdamı etkiler. Verimlilik aynı zamanda bir ülkenin mallarının uluslar arası pazarlardaki rekabet gücünü de belirler. Aynı malı üreten ülkelere kıyasla bir ülkenin emek verimliliğinde düşme olursa rekabet açısından bir dengesizlik doğar. Üretim maliyetlerindeki artışın aynen fiyatlara yansıtılması durumunda müşteriler daha ucuza mal sağlayan tedarikçilere yöneleceğinden ülke endüstrilerinin satışlarında düşme olacaktır. Yüksek maliyetlerin fiyatlara yansıtılmayıp endüstriler tarafından karşılanması durumunda ise karlar düşecektir. Bu, ya üretimin ya da reel ücretlerin düşürülerek üretim maliyetlerinin sabit tutulması demektir. Rakipleriyle aynı verimlilik düzeyine ulaşamayan kimi ülkeler ulusal paralarını devalüe ederek sorunlarını çözmeye çalışırlar. Ancak bu, ithal malların fiyat artışı sonucu ülkedeki enflasyonu yükselttiğinden söz konusu ülkelerdeki reel gelirin düşmesine neden olur [Prokopenko, 2003].

verimlilik, kalite, performans, endüstri mühendisliği